timberland outlet polos lacoste mbt baratos nike roshe run ghd outlet hollister madrid nike outlet nike huarache joyas pandora Gafas ray ban ray ban baratas ralph lauren espa?a gafas oakley nike sb baratas new balance baratas nike free baratas boligrafos montblanc air jordan ireland new balance ireland

timberland outlet polos lacoste mbt baratos nike roshe run ghd outlet hollister madrid nike outlet nike huarache joyas pandora Gafas ray ban ray ban baratas ralph lauren espa?a gafas oakley nike sb baratas new balance baratas nike free baratas boligrafos montblanc air jordan ireland new balance ireland

18 Nisan 2024 Perşembe
17:25
Yazarlarımız ANA SAYFA
Yazı boyutunu:    
Yazarın Diğer Yazıları :
 »  

Yazara E-Posta Gönder

Paylaş :    

Dinimizde Çalışmanın Önemi

26.01.2017

En küçüğünden en büyüğüne kadar; bütün canlılar, hayatlarını idame ettirmek için, durmadan çalışıyorlar. Bu, İlahî bir kanundur. Ağzımızın içine kadar giren bir lokmayı bile, çiğneme zahmetine katlanmadan yutamayız. Dolayısiyle başarıya giden yoldaki en iyi arkadaşımız, can dostumuz  çalışmadır!..

Bu durumda eşref-i mahlükat (yaratılmışların en şereflisi) olan insanın; hiçbir iş yapmadan tembel tembel oturması, kabul edilebilecek birşey değildir. Küçücük böcekler, karıncalar, arılar hiç durmadan çalışırken; Allahü teâlânın yeryüzündeki halifesi olan insanın boş boş oturması, insanlık şeref ve haysiyetiyle bağdaşmaz! Sorumluluk bilincine sahip, şuurlu bir varlık olan insanın, bütün canlılardan daha çok çalışması gerekir. Çünkü dağların bile korkup kabul etmedikleri emaneti, o kabul etti. “Biz emaneti; göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi.” (Ahzab 72)

Çalışan Demir Paslanmaz

Akan sular yosun bile tutmazken, durgun sular hareketsiz kala kala kokarlar. İşleyen demir pas bile tutmazken, işlemeyen demir -sağlamlığına rağmen-, zamanla çürür. Hareket ve çalışmanın bu kadar hayatî öneme sahip olduğunu bilen bir insanın, boş boş oturması çok gariptir!

Şerefli ve müreffeh bir hayat yaşamayı, kendisi için bir hak gören insanın; başkalarına el açmadan ve kimseye yük olmadan, en azından; “beslenme”, “barınma” ve “giyinme” gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışmayı, kendine vazife ve görev kabul etmesi gerekir!

Bunun için yüce dinimiz İslam; çalışıp üretmeye çok değer vermiş; tembelliği, ataleti, dilencilik ve başkalarına yük olmayı yasaklamıştır. Müslüman, kendi alın teri ile kazandığının; en helal ve en temiz rızık olduğunu bildiği için, kendini çok çalışmak zorunda hisseder…

Müslüman; alan el değil, veren el olmak ister. Çünkü hadis-i şerifte: “Veren el, alan elden üstündür,” buyurulmuştur. (Buharî 1429) Veren el olabilmek de ancak çalışıp kazanmakla mümkündür. Araplar; “fâkıdu’ş-şey’i lâ yu’tîhi” (kişi, sahip olmadığı şeyi veremez,) derler.

Bunun için Müslüman; derin derin düşünmeli, ince ince planlamalı ve düşünüp planladıklarını bir an evvel hayata geçirmek için sabahtan akşama kadar bıkmadan usanmadan çalışmalıdır. Hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını kolaylaştırmak için çok üretmelidir. Çünkü onun, mesuliyet ve sorumluluğu büyüktür. Herkes; sadakayı, iyiliği ve her türlü yardımı ondan beklemektedir.

Değerli Olan Amel-i Sâlihtir

Yüce dinimiz İslam, bizden sadece ameli (çalışmayı) istemiyor. O, bizden amel-i sâlihi (uygun ve faydalı çalışmayı) istiyor. Çünkü yapılan işe, değer kazandıran şey; onun İlahî ölçülere uygun olmasıdır.

Bu ölçülere uygun olarak yapılan iş; mesela kişinin âilesini geçindirmek için çalışması ve helalinden kazanıp getirdiklerini çoluk çocuğuna yedirmesi, aynı zamanda amel-i sâlihtir ve ibadettir. Dolayısiyle; bu ölçülere yani İslam inancına, hukukuna ve ahlakına uymayan iş, amel-i sâlih; yani uygun ve faydalı iş değildir.

Yaptığımız bütün işlerden sorgulanacağımızı hiç bir zaman unutmamalıyız. Bunun için çalışmalarımızda meşruiyet dairesinin dışına asla çıkmamalı, öncelikle âhiret hayatını gözetmeli; dünyaya dünya kadar, âhirete de âhiret kadar değer vermeliyiz. Bilindiği gibi dünya muvakkat ve geçici, âhiret ise bâkî ve kalıcıdır. Âhireti hedefleyen kimse, dünyasını da kazanır. Fakat gayesi sadece dünya olan kimsenin, âhirette alacağı hiçbir şey yoktur. “Kim âhiret kazancını isterse, onun kazancını fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama âhirette onun hiç nasibi olmaz.” (Şûrâ 20) Dolayısiyle daima “helal lokma” peşinde olmalıyız. Çünkü gayr-ı meşru yollardan kazanılan şey; -bırakın helal lokmayı-, lokma bile değil. O, -olsa olsa- bir ateş parçasıdır, dünyada da âhirette de sahibini yakar!..

Peygamberler Çalışıyorlardı

İnsanlığın rehberleri ve her türlü hayırlı işi öğreten öğretmenleri olan peygamberler aleyhimussalatü vesselam; insanlardan herhangi bir ücret almamışlar ve hiçbir karşılık beklememişlerdir. Onlar: “Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi’dir,” (Şuarâ 180) deyip, geçimlerini; el emeği, göz nuru ve alın teriyle kazanmışlardır.

Mesela Âdem aleyhisselam ziraatçi, Nuh aleyhisselam gemici, Zekeriyyâ aleyhisselam marangoz, Dâvûd aleyhisselam demirci, İbrâhîm aleyhisselam elbiseci idi. Bu, insanlık önderleri zirve şahsiyetler, bu farklı mesleklerde çalışmışlar. Hayatlarını bu şekilde kazandıkları gibi, insanlığın yararına olan her mesleğin değerli ve onurlu olduğunu da göstermişlerdir.

Peygamberlerden sonra insanların en büyükleri ve en kıymetlileri olan Eshab-ı kiram hazeratı da; hiçbir zaman çalışmayı ihmal etmedikleri gibi, her biri mutlaka bir iş veya meslekle iştigal ederdi.

Dolayısiyle müslüman hem çalışacak; hem de nitelikli yani en az bir meslek sahibi olarak çalışacak; vasıfsız işçi olmayacak, yaptığı işi çok kaliteli yapacak. Ayrıca az değil çok kazanacak… Çünkü o, sadece kendini değil, başkalarını da düşünmek zorundadır!..

Dertlerin İlacı Çalışmaktır

Mutluluğun temeli ve dünya dertlerinin en etkili ilacı çalışmaktır. Tenbel tembel oturan durağan kişilerin malı, yavaş yavaş tükenmekte; çalışıp hareket edenlerin serveti ise, gittikçe katlanmakta ve bereketlenmektedir. Dünya hayatı, çalışma kanununa göre devam eder. Çalışmadan hiçbir şeye sâhip olunmadığı gibi, hazıra da dağlar dayanmaz!

Helal rızık için çalışan kişi, ibadet için uzlete çekilen dervişten üstündür. İsa aleyhisselam, bir adama; ne iş yaparsın diye sordu. O da: “İbadetten başka işim yok,” dedi. Bunun üzerine İsa aleyhisselam: “Sana kim bakıyor,” diye sordu. O da; “kardeşim bakıyor,” deyince, Hazret-i İsa: “O halde kardeşin senden daha ibadet ehlidir,” dedi.

Yüce Kitabımız Kuran-ı kerim, amel-i salihi yani uygun ve faydalı iş yapmayı çokça teşvik etmektedir. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:

“Cuma günü namaz tamamlanınca yeryüzüne yayılın, işinize gücünüze gidin, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Felaha ermenizi ümid ederek Allah’ı çokça zikredin!” (Cuma 10)

“Herkes çalışmasına ve emeğine rehin edilmiştir.” (Müddessir 38)

“Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş. Ve yalnız Rabbine yönel ve O’ndan iste.” (İnşirah 7-8)

“Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O, güçlüdür, bağışlayandır.” (Mülk 2)

“Ey insanlar! Yararlı  iş işleyin; doğrusu Ben yaptıklarınızı görenim.” (Sebe 11)

“Allah'ın sana verdiği şeylerde, âhiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas 77)

 “Kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara karşı zalim değildir.” (Fussılet  46)

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür.  Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (Zilzal 7-8)

Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de amel-i sâlihi (uygun ve faydalı işler) yapmayı tavsiye etmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“Rızık talebinde bulunmak, her müslümana bir görevdir.”

 “Rızık talebinde ve ihtiyaçlarınızı gidermede erken davranın. Çünkü erken kalkıp işe koyulmak bereket ve kazançtır.”

 “Elbette Yüce Allah, sanatkar kulunu sever. O, tembel tembel oturup duran kulunu ise sevmez.”

 “İki günü birbirine denk olan zarardadır.”

“Hiçbir kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma asla yiyemez.”

“Amellerin en üstünü, helal kazanç sağlamak için çalışmaktır.”

 “Helalinden çalışarak, yorgun bir vaziyette yatağa giren insanın günahları effedilecektir.”

"Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyan için çalış! Yarın ölecekmiş gibi de âhiretin için çalış!"

Zamanımızı Çalışarak Değerlendirelim

Çalışmanın en önemli şartı zamandır. Zamanımızı boşa harcarsak, nasıl çalışacağız? Dolayısiyle zamanımızı çok iyi yönetmemiz gerekir. Zaman ele geçen ilahî bir nimettir. Zaman, hayatımızın sermayesidir. Bunun için onu yerli yerinde ve kıymetine uygun bir şekilde kullanmamız icab eder. Çünkü zaman su gibi akmakta ve en büyük bedellerle dahi bir ânı bile geri getirilememektedir. Evet herşeyin bir telafisi var; fakat boşa giden zamanın telafisi yoktur; aynı zamanı ikinci kere yaşamamız mümkün değildir.

Zamanın kıymetini bilmemek hayatın kıymetini bilmemektir. Hayatın gayesini ve manasını anlamayan, zamanı değerlendiremez. Zamanı değerlendiremeyen, ömrünü boşa geçirmiş olur. Maalesef çoğumuz böyleyiz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “İnsanların çoğu, şu iki nimetin kıymetini bilip, onları hakkıyla değerlendirmez: Sıhhat ve boş vakit!” (Buharî 6049)

Bütün büyük başarıların altında bir anlık zamanı iyi değerlendirme gayreti vardır. Bütün sıkıntıların altında da bir anlık gaflet ve ihmalimiz yatar. Bunun için çalışkan insanın hayatında boş vakit yoktur. O hiç boş duramaz; hep didinir, çırpınır, koşar, çalışır ve üretir.

Zamanlarının hakkını verip çalışanların; -bırakın işlemeyi- kötülük düşünmeye bile vakitleri olmaz. Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar. Çünkü kötüler ve kötülükler hep boş insanları bulurlar!..

Binaenaleyh; zamanımızın kıymetini bilelim, en değerli işlerimizi en verimli saatlerimizde yapalım. Zinde olduğumuz saatleri dolu dolu geçirelim, dinlenmeyi yorgun ve verimsiz olduğumuz vakitlere bırakalım. Güne erken başlayalım, bugünün işini asla yarına bırakmayalım. Çünkü yarının da kendisine göre işi vardır. Unutmayalım: “İki günü eşit olan ziyandadır!” ()

Gökten Altın ve Gümüş Yağmaz

İkinci Halife Hazret-i Ömer radıyallahü anh, şöyle demiştir: “Hiçbiriniz rızkını aramaktan vazgeçip; Allah’ım bana rızık ver, demesin! Biliyorsunuz ki, gökten ne altın yağar ne de gümüş.”

Bütün bunlara ilave olarak İslamın beş temel rüknünden olan hac ve zekât ibadetleri de bizi çalışma konusunda ayrıca düşündürmektir. Çünkü hac da zekât da zengin kimselere farzdır. Çalışıp üretmeden zengin olunmayacağına göre, çalışmak gerekir.

Efendimiz aleyhissalatü vesselam, diğer alanlarda olduğu gibi çalışma konusunda da bütün insanlar için en iyi örnektir. Her şeyden önce O; doğruluk, güvenilirlik, tutarlılık, insaf, adalet, şefkat ve merhamet gibi çalışma hayatının temel prensiplerini mübarek hayatında harfiyyen uygulamıştır. Kişinin çalışmasını, üretimde bulunmasını, ailesini geçindirmesini, fakire, yoksula yardım etmesini, Allah yolunda cihad etmekle; gündüzleri oruç tutmakla, geceleri namazla kılmakla eşdeğerde tutmuştur.

Evet hiç boş durmadan çalışan bir Peygamberin ümmetiyiz. Efendimiz aleyhissalatü vesselam, elinin emeği ile geçinir, işini en mükemmel şekilde yapardı. Ayrıca ticaretle meşgul olmayı sever ve tavsiye ederdi. O, altmış üç yıllık mübarek hayatını dolu dolu yaşadı. Üretken, verimli, atılımcı ve girişimci müslümanlar yetiştirmeyi hedefledi ve başardı.

Buna göre kişinin; hem kendi geçimini, hem de bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini; el emeği, göz nuru ve alın teri ile kazanması, helal ve meşru yollardan rızkını aramaya çalışması farzdır.

Çalışmak, Üç Beladan Kurtarır

Çalışmak, insanı hayatta üç şeyden kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk. İşsizlik ve atalet; insanı huzursuz yapar, strese sokar. Çalışmak ise, ruhu bunalımlardan kurtarır, hem madden hem de manen insanı yükseltir ve başarıya götürür. Bu bilince sahip bir insan; çalışmanın hizmetkârı, ama başarıların efendisi olur. Başarı için ömürlerinin bir bölümünde fedakârlık yapmayanlar; ömürlerinin tamamından pek bir hayır göremezler. Bu gibi kişiler; hayatlarını zelil, ezik ve sönük yaşarlar. Ayrıca toplum tarafından asla dikkate alınmazlar!..

Müslüman, iş hayatına insanın en verimli ve üretken olduğu sabahın erkenden zamanında başlar. Zaten Dinimizde gün, sabah namazıyla başlar ve başka bir namaz olan yatsı ile biter. Namaz ibadetiyle müslümanın günü ve çalışma hayatı, âdeta programlanmıştır.

Öte yandan müslüman, ele aldığı işin hakkını vermeli, onu en güzel, en iyi ve en kaliteli biçimde yapmalıdır. Çünkü dinimiz; gelişigüzel ve üstünkörü iş yapmamızı kabul etmiyor. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Allah; sizden biriniz bir iş yaptığı zaman, onu en iyi şekilde yapmasını, sever!” (Ebu Ya’lâ 4386)

Tembellik İnsanı Bitirir

Kendisine azıcık saygısı olan insan, tembel olamaz. Çünkü tembellik, insanı bitirir. Nasıl işlemeyen demir paslanıyorsa, hiçbir şey yapmadan oturan; ne kendisine ne de başkasına faydası olmayan insan da, hem madden hem de manen çürümeye başlar!..

Güzel yaşamak ve hayattan zevk almak istiyorsak; çalışıp kazanmak ve birşeyler üretmek gerekir. İnsan bir başarıya imza attığında veya birşeyler ürettiğinde sevinir, kendine güveni artar ve mutlu olur. İnsan, potansiyel ve kabiliyetini, ancak çalışıp üreterek ortaya koyabilir. Unutmayalım ki; bilim ve teknik sahasındaki ilerlemeler, hep ferdî çalışma ve gayretlerle başlamıştır.

Çalışma, insanın ufkunu açar. Bunun sonucu olarak insan yükselir ve ilerler. İnsanlar çalışmamış olsalardı, bugün ilkel bir hayat yaşıyor olacaktık.

İnanan kişinin kesintisiz dinleneceği yer Cennettir. Bu yüzden mümin, cenneti kazanana kadar çalışır ve hayırlı işler yapmaya devam eder. Cenneti kazanmak ise, âhireti hesaba katarak dünya işlerini görmekle mümkündür.

Allah’ın bize verdiği aklı, kabiliyeti ve potansiyeli gerektiği gibi kullanmaz, tembel tembel oturursak, hem dünyamız hem de âhiretimizin mamur olması mümkün değildir.

Başkalarından Çok Çalışmalıyız!

Tarih boyunca müslümanlar bu anlayışla durup dinlenmeden çalıştılar ve yeryüzünün en güçlü ve en kalıcı medeniyetlerini kurdular. Ne zaman bu anlayıştan uzaklaştılar, bu sefer de yeryüzünün en ezik toplumları oldular. Eski konumumuza dönmek istiyorsak, başkalarından çok çalışmalıyız!..

Binaenaley; bugün biz müslümanları geri bırakan şey, -haşa- dinimiz değil; onu yanlış anlamamız ve onun ölçülerine bir bütün olarak sarılmamamızdır. Yıldızın küçük görülmesi; onun değil, gözün kusurudur. Yoksa beşikten mezara kadar çalışmayı ve öğrenmeyi emreden ve bütün güzel çalışmaları ibadet kabul eden bir dinin sâhiplerinin geri kalması düşünülemez.

Yıllarca asırlarca süren uykudan artık,

Silkin de etrafındaki zulmetleri yak yık!

Bir baksana; yer uyanık gök uyanıktır,

Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır!

Dünya da Lâzım Âhiret de

İslam, madde ile mana, ruh ile beden, dünya ile âhiret arasında sarsılmaz bir denge kurmuştur. Bu itidal ölçülerine göre çalışanlar; dünya ve âhiret saadetini elde ederler. Böyle gayretli ve fedakâr fertlerden meydana gelen toplumlar ise, yükselmenin, huzur ve saadetin zirvesine çıkarlar. Dinimiz, dünya ve âhiret mutluluğu için çalışmayı farz kılmış ve bütün müslümanlardan bu farizayı yerine getirmelerini istemiştir. Gerek bu dünyada, gerekse öteki dünyada, ancak kendi emek ve gayretimizin karşılığını göreceğiz. İnsan ne ekerse onu biçer, ekmeden biçmek yoktur. Bu, İlahî bir kanundur. Âyet-i kerimede buyuruldu ki:   

 “İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir.” (Necm 39)

Allahü teâlâ, insanı yaratıp başıboş bırakmamıştır. Dünya ve âhirette insanın yararına olacak şekilde onun davranışlarını düzenlemiştir. Bunun için ona akıl vermiş, peygamber göndermiş ve kitap indirmiştir. “İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet 36)

Evet yarattığını en iyi bilen Allahü teâlâ, insanı başıboş bırakmamıştır. Onun davranışlarını düzenleyen, planlayıp proğramlayan ölçüler koymuştur. Bunlara riayet etmek, hem insanın kendi şahsî menfaatinin icabı, hem de insanlığın yararınadır.

Şu halde Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanmak ve dünyaya geliş gayemizi gerçekleştirmek için çalışmayı en kutsal görevlerimiz arasında telakki etmemiz gerekir.

Çalışma İstiklalin Şartıdır

Çalışma, -aynı zamanda- istiklalin olmazsa olmaz şartıdır. Bunun için, İslam dünyasının içine düştüğü her türlü olumsuzluğun; tembellikten kaynaklandığını, söyleyebiliriz. Allah Teâlâ, kâinatı insanın faydalanması için yaratmıştır. Bitkiler, hayvanlar, cansız maddeler, su kaynakları, yeryüzü ve gökyüzü; hep insanın ihtiyaçlarını temin ve tatmin için yaratılmıştır. İslam, insanları kâinata hükmetmeye memur gördüğü gibi, ondaki üretici kuvvete yani emeğe büyük bir önem atfetmiştir.

Üretici olan ve insanlara faydası dokunan kişi, inandığı sürece Allah'ın halifesi olma sıfatına hak kazanır: “İnsanların en hayırlısı, en faydalı olandır!” (Taberanî; Evsat 2026)

Çalışmalarda dünya ve âhiret ayırımı yapılmamalı; âhiretimiz için dünyamızı, dünyamız için de âhiretimizi ihmal etmemeliyiz! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Sizin hayırlınız; dünyası için âhiretini terk etmeyen, âhireti için de dünyasını terk etmeyip her ikisi için de çalışan ve insanlara yük olmayandır!” ()

Efendimiz aleyhisselamın şu duasını, her gün şuurlu ve biliçli bir şekilde okumalıyız: “Allahım! Sıkıntı ve hüzünden, âcizlik ve tenbellikten, korkaklık ve pintilikten, artan borçtan, insanların hor görmesinden sana sığınırım.”

Elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra, kazancımızla mutlu olmak istiyorsak; maddî olarak kendimizden aşağıda olanlara bakmalı, nasibimize razı olmalı ve sınırsız isteklerimiz için değil, karşılanması gerekli olan temel ihtiyaçlarımız için çalışmalıyız. Çünkü dünyanın sınırlı kaynaklarıyla, insanların sınırsız isteklerinin karşılanması mümkün değildir. Marifet; kıt imkânlarla mutlu olmayı bilmektir…(Mehmet Can)

 

Kaynak belirtmeden yazıların herhangi bir yerde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Aksi takdirde 5846 sayılı kanunun gereği yapılır. Sitedeki yazılardan yazarların kendisi sorumludur; site yönetimi yazılardan sorumlu tutulamaz. Yazıların kullanımı için yazarın ve site yetkililerinin izni alınmalı ve kaynak gösterilmelidir.

Diğer Yazıları

Sükür Nimetin Sigortasıdır
“İslam Akaidi (Müslüman Neye Nasıl İnanır)” Çıktı
İmanın Sıhhat Şartları
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat
Neden Bir Mezhebe Bağlanmak Gerekir?
Şecaatin Hayatımızdaki Yeri
Küreselleşen Dünyada Dinin Rolü
Sabır (Sıkıntılara Katlanma Gücü)
Hayâ (İnsanın En Karakteristik Özelliği)
Armanca Afırandına Mirov
 
<<  1 2 3 4 5 6 >> 

 

  YAZARLAR
  GAZETE 1. SAYFALAR
  ÖNE ÇIKANLAR
  TARİHTE BUGÜN
18 Nisan 1906
San Francisco depremimde binlerce kişi hayatını yitirdi. ...
18 Nisan 1912
II. Dönem Meclis-i Mebusan toplandı. ...
18 Nisan 1975
Grev ve lokavtlar Sıkıyönetim Komutanlığı iznine bağlandı. ...
18 Nisan 1996
İsrail Başbakanı Şimon Perez Lübnan'a karşı operasyonunu başlattı. ...
 
  SON DAKİKA
» Deprem sonrası yeni önlem: Altın ithalatı durduruldu
» Depremde vefat edenlerin sayısı giderek artıyor!..
» Erkeğin, Hanımına Karşı Görevleri...
» Tarihî Harran Ulu Camii 8 Asır Sonra İbadete Açılıyor!..
» Siirt Fıstığı İçin Müthiş Tesis!..
» Ayasofya'da Gıyabî Cenaze Namazı Kılındı!..
» 31 yıllık Acı: Halepçe!..
» İslam'da Zekâtın Yeri ve Önemi!..
» Almanlar: Müslüman Başbakanı Tartışıyor
» Çamlıca Camii'nde İlk Ezan Okundu
» İmran Han: Keşmir Sorununu Çözen Nobel'e layıktır!..
» İstanbul Havalimanı’nda 16 Bin Kişiye İş Fırsatı!
» Çamlıca Camii'nde İlk Ezan Ne Zaman?
» İslam ve Müslümanlar Arasındaki Çelişki
» Kaza ve Kadere İmanın Mahiyeti
  PARA PİYASALARI
    Alış Satış
  USD %
  EUR %
  HAVA DURUMU
İstanbul /
Ankara /
İzmir /
  NAMAZ VAKİTLERİ
 
  GÜNÜN FOTOĞRAFI    Hepsini gör
  HARİTA

Haritayı Daha Büyük Görüntüle
  SON 24 SAAT
Copyright © 2008 - MANA HABER. Her Hakkı Saklıdır.  
manahaber.com bağlantı verdiği sitelerin içeriğinden sorumlu değildir.
Sitemizde yayınlanan yazı, resim, grafik, ses ve görüntüler, ancak izin alındıktan sonra, kaynak gösterilerek ve link verilerek yayımlanabilir.