Tarihin yüzyıllar öncesinde çıkıp gelerek bugüne ışık tuttuğu huzur semti Eyüp. Bir zaman silsilesi içinde yer alan, gizemini ve uluhiyetini üzerinden ne kadar vakit geçerse geçsin koruyan bu kadim semti bu denli önemli kılan en büyük etkenlerden biri toprağında metfun bulunan aziz sahabe Eyüp Sultan Hazretleri'nin ruhaniyeti ve Pierre Loti yokuşunda sağlı sollu berzah aleminde kıymete kadar konuk olan birçok değerli şahsiyetin varlığıdır. Eyüp yerleşim yeri olarak oldukça eski olduğu kadar Osmanlı döneminde saray için de ayrı bir yeri vardır. İstanbul'un fethi sırasında Fatih'in hocası Akşemsettin tarafından mezarı tespit edilen Eyüp Sultan hazretleri için türbe yapının ardından cami ve medrese yapılmış, fetihten sonra da Bursa bölgesinden getirilen halk, Fatih Sultan Mehmet tarafından imar ve iskan çalışmaları sırasında buraya yerleştirilmiştir. İşte o günden bugüne Eyüp, kah toprağının altında bir anne şefkatiyle uyuttuğu berzah misafirleri, kah henüz dünya telaşesiyle oradan oraya koşturan yolcularıyla İstanbul'un güzide semtleri arasında yer almaya devam ediyor.
İstanbul'un fethinden kalan bir maneviyat
Eyüp Sultan Camii, İstanbul'un fethinden beri Türk halkının kıtlıkta, bollukta, sünnette, düğünde kısacası her halde hayırlı bir ömür için dua ve ziyaretgahların başında geliyor. Sevgili Peygamberimizi görme ve evinde misafir etme şerefine nail olan büyük sahabe Ebu Eyyüb El-Ensari'nin mübarek naaşı bu semtte olduğu için yaz kış demeden ziyaretçi akınına uğruyor. İşte bu ramazanda da böyle olduğu üzere cami ve avlusu yine tıklım tıklım dolu. Bu öyle bir kalabalık ki kadınlar tarafında namaz kılınacak yer kalmadığı için dış avluya örgü setler eşliğinde hanımlar için ayrı bir namaz bölümü kurulmuş. Pierre Loti tepesine çıkan yokuş yine her zamanki gibi en çok rağbet gören yerler arasında. Necip Fazıl, Ahmet Haşim, Mahmut Esad Coşan, Sultan Reşad ve daha niceleri…
Bir ramazan geleneği
Öteden beri Eyüp Sultan Camii ve çevresi, ramazan ayında iftar açmak için halkın tercih ettiği ilk mekanların başında geliyor. Bir Pazar günü akşam ezanında öne bu tatlı telaşeye şahit olmak için sokakları bir bir arşınladım. Kalabalıktan adım adım ilerleyebildiğim sokaklarda gencinden yaşlısına herkesin yüzünde bir huzurlu tebessümü görebilmek mümkündü. Hemen o bembeyaz mermerlerin oluşturduğu meydanda yerlerde dahi sere serpe oturmuş ahali büyük bir heyecanla akşam ezanını beliyorlardı. Bir tarafta havuzun fıskiyesinden çağlayan sular, bir tarafta kuş yemcileri ve bilumum satıcılar… Bu cümbüş adeta bir panayır yerini andırıyordu.
Yüzyılların şahidi çeşme
Kalabalıktan zar zor ilerlerken karşımıza Camii Kebir Caddesi üzerinde yer alan ve 1520-1566 yıları arasında Kanuni Sultan Süleyman'ın, 1566-1574 yıllarında II. Selim'in, 1574-1595 yılları arasında da Sultan III. Murad'ın sadrazamlığını yapan Sokullu Mehmed Paşa'nın Türbesi çıkıyor. Dar'ül kurra ve çeşmeden oluşan türbenin yakınında Eyüp Sultan Cami'si yer aldığı için endi içinde cami yer almıyor Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568–1569 yıllarında Mimar Sinan'a yaptırılan, daha sonra da 1961–1962 yıllarında onarılan türbenin cadde kapısının tam karşısında ise kesme taştan yapılan ve yuvarlak kemerinin ayna taşının üzerinde yer alan kitabesiyle Siyavuş Paşa çesmesi yer alıyor:
“Ve min 'e-mâi kûll-i şeyyin-hayy
Sâhib'ül-hayrât vel-hasenat Sadrazam-ı esbak
Merhum ve mağfurun -leh Siyavuş Paşa rûhiçün rızaenLillâh El-fâtiha”
Siyavuş Paşa'nın vefatı ardından hasenat için yaptırılan çeşmeden akan sular bugün hala Eyüp ziyaretçileri tarafından kullanılmaya devam ediyor. Küçük büyük herkes kah ellerini yıkıyor, kah sıcak bir ramazan gününde bir nebze olsun ferahlayabilmek için yüzüne su serpiyor. İnşasının üzerinden 415 yıl geçmesine rağmen bu hayrat aynı huzurla yüzyılların bekçiliğini yapıyor.
Rengarenk bir kültür sokağı
Camiye doğru ilerlerken yine cadde boyunca kurulmuş dükkanlara bakmadan geçemiyor insan. Kemer takının altından geçerek ilerledikçe önüme ilk olarak geleneksel kültürümüzün bir parçası olan Osmanlı macunu çıktı. Evliya Çelebi'nin aktardığına göre 1650'li yıllar da İstanbul'da 300 macun dükkanı bulunurken şimdilerde sadece bir nostalji olarak özellikle ramazan ayında karşımıza çıkıyor. Onun yanında pamuk şekerleri ve kağıt helvacıları da es geçmemek lazım tabi. Eyüp ve Haliç çevresinde ne kadar yeşillik varsa iftar vaktine doğru tıklım tıklım dolmuş durumda. Köfteciler, cağ kebapçılar, dönerciler, künefeciler ve daha birçokları iftar öncesi hazırlığını yapmış oruçların açılmasını bekliyor. Bunun yanında rengarenk şişelerde satılan ve hemen oracıkta soğuk presleme yöntemiyle elde edilen sarı kantoron yağı, susam yağı, Hindistan cevizi yağı, badem yağı satıcılarını da es geçmemek lazım. Malum, son yıllarda bu doğal yağlara özellikle hanımların ilgili oldukça artmış durumda.
Zal Mahmut Paşa Camii'nde bir sahaf günü
Defterdar Caddesi ile Zal Paşa Caddesi arasında olup her iki caddeye açılan kitabesiz avlu kapılarından müteşekkil olan camii, Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri olan Zal Mahmud ve eşi II Selim'im kızı Şah Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. İnşa tarihi tam olarak belli olmasa da külliyenin yapım yılı olarak 1577 yılı olduğu tahmin ediliyor. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Zal Paşa Camii'nden şöyle bahseder: "Camilerin en güzeli Zal Paşa Camii'dir ki irem bağı içinde iki tarafı yol ve pek parlaktır. Osmanlı ülkesinde olan vezir camileri içinde bundan nurlusu yoktur. 366 cam billur ile süslüdür... Minberi, mihrabı, müezzin mahfelleri ince sütunlarını Sinop kalasındaki minberden başkasında görmedim..."
Sultan Abdülaziz'e diş kirası
Camii avlusuna girmeden önce kapının üzerindeki yazı çekiyor dikkatimi: ‘Eyüp Kitabiyat Merkezi' burada söyleşi ve kitap sohbetleri yapılıyor. Ramazan ayında düzenlenen etkinliklerinin bugünkü konuğu da Kültür Tarihçisi Dursun Gürlek. Benim kendisinden iki yıl boyunca Osmanlıca eğitimi aldığım ve dersleri öğretici olduğu kadar eğlenceli ve hoşsohbet geçen önemli bir zat olan Gürlek Hocamız iftar öncesi Sahaflık tarihiyle ilgili bir söyleşi yapacaktı. Söyleşi saatini beklerken kendisiyle Osmanlı ramazanları hakkında kısa bir hasbihal ettik. Bize öncelikle ramazan ayında diş kirası verme geleneğinden bahsedip Sultan Abdülaziz ve Yusuf Kamil Paşa arasında geçen bir hatırayı nakletti:
Eskiden hali vakti yerinde olanlar, ramazanda iftara davet ettikleri zengin fakir herkese evden ayrılırlarken diş kirası olarak bir miktar para veya kıymetli bir eşyayı hediye verirlerdi. Özellikle yüksek mevkide bulunanların konaklarının kapıları ramazanda 24 saat açık olur, gelen geçen envai çeşit yemeklerin süslediği sofralarda dilediğince yer, ev bir ay boyunca dolup boşalırdı. 19. asırda bilhassa Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz'in saltanat yıllarında zenginlerin diş kirası vermesi usulü devam ediyordu. Yusuf Kamil Paşa'nın o muhteşem konağında ramazan ayı boyunca zengin fakir demeden kapılarını açtığı ramazan sofralarının mahiyeti dönemin padişahı Sultan Abdülaziz'e kadar ulaşınca padişah bir gün iftarda Yusuf Kamil Paşa'nın konağına iftara geleceğini haber verdirir. Tabi bir padişahın, paşasının evine iftara geçeceği haberi o zamanlar muazzam bir olay. 3 Ocak 1868 Cuma akşamı, şimdiki Edebiyat Fakültesi'nin yerinde Veznecilerdeki Zeynep Hanım konağında verilen bu mükellef iftardan sonra sıra padişaha verilecek olan diş kirasına gelir. Koskoca padişah. Sıradan bir hediye verilmez elbette. Yusuf Kamil Paşa da bir altın tepside, sahibi olduğu emval ve emlakın senet ve tapusunu Padişah'a arz eder. Sultan Abdülaziz ise: "Bunlar makbulüm oldu. Yine sizlere veriyorum. Her hâliniz ve ef'al-ü akvâliniz (amel ve sözleriniz) mahzûziyetimi mucib olmaktadır" diye tapuları geri iade eder. Bunun üzerine Zeynep Hanım Padişaha Şeyh Hamdullah'ın yazdığı Kur'an-ı Kerim'i takdim ettiğinde Sultan Abdülaziz büyük bir mutlulukla bu hediyeyi kabul ettiğini ifade eder. Zira Şeyh Hamdullah, Osmanlı hat ekolünün kurucusu ve hattat-ı muazzamadır.
Eski kitapların büyülü havası
Zal Mahmut Paşa Camii avlusunda üst kattaki medrese odalarında hat, tezhib, minyatür, kağıt, ebru, cilt sanatları, her odada ayrı bir sanat dalı icra ediliyor. Caminin altında kalan beş oda da ise tematik sahaflık yapılıyor. Eski yeni kitaplar, paralar, gazeteler, Tasvir-i Efkar'dan Sebilü'r Reşad'a kadar birçok dergi ve basılı eseri sahaflarda bulmak mümkün. Dursun Hoca söyleşisinde İstanbul Beyazıt Sahaflar Çarşısı'nın eski pirlerinden Hacı Muzaffer Efendi'den naklen bir söz sarf etmişti: ‘Sahaflık, ölmüş olanların kitaplarını ölecek olanlara satma sanatıdır.'
Kurulsun sofralar, açılsın iftarlar
İftara doğru yaklaşırken konuşmalar yerini tatlı bir telaşeye bıraktı. İkindi havası yerini yavaş yavaş akşama bırakmaya hazırlanıyordu. Yaklaşık 18 saat boyunca oruç tutan müminler, Peygamberimizin oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anından birisinin iftar ettiği zaman olduğunu belirttiği hadisinde buyurduğu gibi sevinçle iftarı bekliyorlardı. Arabaların vızır vızır geçtiği Eyüp sahil caddesinde dahi iftar sofraları kuruluydu. Bu manzara bile ramazanın nasıl bir birleştirici gücü olduğunun bir kanıtıydı.