Üstelik bu sorgulamanın içine Mevlana’yı, Yunus’u, genetik araştırmaları, Marks’ı, Hegel’i, Descartes’ı, İmam Gazali’yi de davet ediyor. Postmodern Kaosta Kıble Arayışı, sadece modern dünyanın kaygan zeminine ayaklarını sağlam basmak isteyen Müslümanları değil, içinde bulunduğu yüzyılın sıkıntılarından yakınan her görüşten insanı da zengin bir tartışmaya davet ediyor.
Mustafa Kılıç'ın kitap analizi
Ali Bulaç’ın ‘Post modern Kaosta Kıble Arayışı’ adlı kitabı okunması gereken bir eser. Bu eser özellikle de dinin materyalistleştirilmeye çalışıldığı ve olağan değerlerinin zedelendiği bu dönemde size bir kılavuz, bir rehber olma özelliğini taşıyor. Bulaç ‘Türkiye Müslümanlığı’ adını verdiği, fıkıhsız ve şeriatsız bir İslam anlayışının ortaya konmaya çalışıldığı üzerine eğiliyor ve fıkıhsız ve şeriatsız bu İslam anlayışını ise siyaseten Batı’ya satmaya çalışıldığına dikkat çekiyor. İslami düşüncenin en önemli isimlerinden Sosyolog- Yazar Ali Bulaç, 21. yüzyılın Müslümanlarına çok önemli bir soru yöneltiyor: Yeni kıblemiz ne olacak? Ve ekliyor: ‘Ya belirsiz bir boşlukta yuvarlanıp gideceğiz ya da paradigma değişikliği yapacağız’ diyor. Kitabın iki bölümü var: Biri postmodern kaos, diğeri kıble arayışı. Kitabı okumaya başladığınızda meselenin Batı’da Fransız ihtilali ve sanayi devrimiyle beraber dogmaların önemini yitirdiğini bunun yerine pozitivist bir yapının hâkim kılındığına, sırf batıya benzemek ve şirin gözükmek içinde Türkiye Müslümanlarının modernite hastalığına nasıl yakalandığına da şahit olacaksınız.
Mevlana ama kimin mevlanası?
Bu eser ezberlerimizi bozacak bir öneme sahip. Bize lanse edilen ve Batı’ya şirin gözükmek adına pasifize ettiğimiz Mevlana figürüne de bir açıklık getiriyor. Uzun araştırmalar sonucu hazırlanan bu eserde ‘Mevlana Ama Kimin Mevlanası?’ sorusuna da cevap arıyor. İnsan aklının ve kalbinin bu kadar bulandırıldığı bir dünyada insanın kendisine yeni bir yön çizmesinin hayati bir önem taşıdığını dile getiriyor. Bu yeni yön arayışını ‘modern Müslümanlar’ üzerinden sorguluyor. İçinde bulunduğumuz kaostan çıkışın anahtarlarının yine tasavvufta aranması gerektiğini dile getiren Bulaç, burada bir başka önemli soru soruyor: Kimin Mevlanası’nı rehber kabul edeceğiz? Bu soru önemsenmesi hatta altının iyice çizilmesi gereken bir soru. Bu post modern dünyada ki kıble arayışımıza Hz. Mevlana’nın Türkiye’de , ‘şeriatsız bir İslam’ Batı’da da İslamsız bir tasavvuf imgesiyle akıllarda kaldığını dile getiren yazar, “İslam dünyasını üretilmiş ve özel işlemlerden geçirilmiş bir Mevlana imajıyla ikiye bölmek ve çatıştırmak mümkündür,” diyor. Mevlana’nın beslendiği kaynaklardan ve hayatından yola çıkarak, “Hangi Mevlana’yı kendimize rehber etmeliyiz?” sorusunun yanıtını arıyor. Sadece bununla da kalmıyor, Mevlana’yı diyalektik açıdan incelerken Marksist eleştirilere de yanıt veriyor. Newton’dan Einstein fiziğine geçilen bu yüzyılda, halen farklılaşmanın olmadığı ‘monolitik bir Ulus’ var etme çabasından vazgeçilmediğini dile getiriyor.
Gazali’den hegel’e, kuantumdan genetiğe!
Bulaç’ın bu değerli eseri, Postmodern Kaosta Kıble Arayışı, sadece ‘yeni kıblesini bulmak zorunda’ olan Müslümanlar için zihin açıcı bir okuma serüveni vaat etmekle kalmıyor, pek çok tartışmaya da kapı açıyor. Üstelik bu sorgulamanın içine Mevlana’yı, Yunus’u, genetik araştırmaları, Marks’ı, Hegel’i, Descartes’ı, İmam Gazali’yi de davet ediyor. Postmodern Kaosta Kıble Arayışı, sadece modern dünyanın kaygan zeminine ayaklarını sağlam basmak isteyen Müslümanları değil, içinde bulunduğu yüzyılın sıkıntılarından yakınan her görüşten insanı da zengin bir tartışmaya davet ediyor. Kitapta yer alan öyle çarpıcı ve ufuk açıcı bilgiler yer alıyor ki alıntılamaya kalksak tüm kitabı alıntılamak mümkün. Fakat yine de küçük bir alıntılama ile bitireyim “Aristo, “Kaza şeylerin özünü ortaya çıkarır” der. Postmodernizm, bir vazo gibi moderniteyi orta yere attı. Vazo kırıldı, parçalara ayrıldı ve ne olduğu ortaya çıktı. Postmodernizmin yegâne hayrı vazoyu kırmasından ibaret. Ancak postmodernizmin yeni bir vazo yapma düşüncesi de yok, her bir parça tek başına yeter diyor. Postmodernizm şehvetle ve iştahla kışkırtılmış bedenler üzerinden zihinlere ve ruhlara narkoz yüklemektedir. Dünya gezegenin ortasındaki, çekim gücü yüksek merkez dağılmış durumda, her şey ve herkes uzay boşluğunda sanki. Şimdi ya kaosun belirsiz uzay boşluğunda yuvarlanıp gideceğiz ya da yeni baştan kendimizi toplayıp paradigma değişikliği yapacağız.”
MİLLİGAZETE